26 Mart 2017 Pazar

İhtiyaç Duymaya Duyduğumuz İhtiyaç

Yemek yeme, barınma, uyuma ve daha nice hayati önem taşıyan ihtiyaçlarla, dünyaya ilgiye muhtaç bir biçimde geliyoruz, hatta gözlerimizi açar açmaz masum gözlerle hüngür hüngür ağlama sebebimiz de bu. Kendi ayaklarımızın üstünde durabilecek yaşa gelene kadar (mecazi anlamda değil), makineye bağlı yaşayan bir insandan farksızken, bu evreden sonra muhtaçlığımız bir nebze olsun diniyor. Bir zaman sonra da yaşamak için gerekli olan temel ihtiyaçlarımızı karşılayabildiğimizi fark ediyoruz.
Fakat doğumumuzdan beri bir alışkanlık haline getirdiğimiz "ihtiyaç duyma ve ihtiyaçları karşılama çabası" artık bizim de bir parçamız oluyor. "İhtiyaç duymaya ihtiyaç duymaya" başlıyoruz.
Artık ihtiyacımız olmayan şeyleri, en temel ihtiyaçlarımız gibi kabul ediyoruz. Aynı bir çocuğun alınmadan önce gözyaşlarına sebep olan bir oyuncağını, alındıktan sonra değersizleştirmesi olayını, bizler de asıl ihtiyaçlarımız için yapıyoruz.
Üzerinde bir timsah logolu olan tişörtü, yenmiş bir elmanın yeni çıkan modelini, tik işaretli bir ayakkabıyı almak için kendimizi parçalıyoruz. Bu çok çok önemli saydığımız ihtiyaçları da karşıladıktan sonra, bir üst seviyedeki başka şeylere göz dikiyoruz.
Sahte şeyler bizi o kadar pençesi altına alıyor ki, “mutsuzluk” denen olguyu bunların eksikliğine bağlamaya başlıyoruz.
Peki, insan bunlar olmadan yaşayamayacak kadar aciz bir canlı mıdır? Mutsuzluk veya mutluluk, bir iki nesneyle kazanılıp kaybedilecek kadar değersiz midir?

Tabii ki "almayın bunu, teknolojiye ve yeniliğe hayır!" demiyorum yanlış anlamayın ancak, bence en büyük sorunumuz, hiç ihtiyacımız olmayan şeyleri, asıl ihtiyaçlarımızın da önüne koyuyoruz. 
Daha da kötüsü, asıl ihtiyaçlarımızı karşılayabildiğimiz için ne kadar şanslı olduğumuzu unutuyoruz.