11 Kasım 2020 Çarşamba

Düşünce

"Dersler hiç önemli değil çocuklar, hiç önemli değil." dedi sakin bir ses tonuyla, cümleye böyle bir giriş yapması bütün çocukların dikkatini üstünde toplamasına yetmişti. Aslında söyleyeceği şey bu değildi ama öyle bir gürültü vardı ki sınıfta, başka bir şey gelmemişti aklına kendini dinletebilmek için. Şimdi asıl aktarmak istediği şeye gelebilirdi. Omuzlarını geriye aldı, sanki sınıfa değil, milyonlara seslenirmiş gibi uzaklara doğru bakıp konuşmaya devam etti:

"Eğer neyi nerede bulacağınızı biliyorsanız, gerisi önemli değildir arkadaşlar. Her şeyi ezberleyemezsiniz, hayat o kadar uzun ve o kadar karmaşık değil."

Canı çok sıkılıyordu son günlerde, şimdi de o sıkkınlığı her zerresiyle hissediyordu, biri ona karşı çıksın da zaman geçsin diye kendini açıyordu fakat sınıftakiler günün son dersinin de vermiş olduğu yorgunlukla birlikte "ne oldu birden bu adama?" deyip suratına bakıyordu Hocanın. Sessizlikle geçen on beş- yirmi saniyenin ardından, aralarından bir tanesi söz istemeden konuşmaya başladı. Hocanın hoşuna gitmişti bu, "birkaç saniye konuşmak için on dakika söz istemeyin arkadaşlar, izin almanıza hiç gerek yok." deyip dururdu zaten.

"Hocam o zaman yazılılarda da ezberlemeyelim hiçbir şeyi, verin bize yirmi otuz kitap, aralarından bulalım bir şeyler, yazalım. Olmaz mı?"

Çocuk cümlesini bitirir bitirmez gülmeye başladı, sonrasında da tüm sınıfta kahkaha tufanı kopmuştu. Zaten yaz mevsiminin gelmesi çocuklar için neşe kaynağıydı, ne olsa gülmeye hazırlardı, ufak bir kıvılcım hepsini güldürmeye yeterdi. Hoca böyle şeylere hiç bozulmazdı, hatta bu konuda onu "dalgaya alırlar seni, bu kadar müsamaha gösterme." diye eleştirenlere cevabı klasikti, "Çocuk gülmeyip de ne yapacakmış?"

Hoca bu tufanı da ondan beklenir bir şekilde gülerek karşıladı, sonrasında konuşmaya başladı:

"Evet, haklısın. Tam da bunu söylüyorum ben de. Arkadaşlar, her bilgiyi ezberleyemezsiniz ki, haksız mıyım? Önemli olan düşünmeyi öğrenmektir. Bir tane Google var zaten."

"Düşünmeyi öğrenmek."

"Düşünme" eylemini öğrenmek için neler yapılmalıydı, insan nasıl düşünürse "düşünmeyi öğrenmiş" olurdu? İşte bu soruların cevabından, hatta varlığından dahi haberdar değildi. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar ele alsa da bu kavramın bizzat kendisinin üzerine "düşünmek" aklına bile gelmemişti.

Zilin çalmasıyla birlikte çocuklar kendi aralarında muhabbet ederek evlerine gittiler. Hoca da yavaş adımlarla evin yolunu tuttu, eve vardığında önce dün fazla fazla yaptığı fasulye ve çorbayı ısıttı. İştahı yoktu, tabağı çatalla dürte dürte uzun sürede yemeğini bitirdi ve sonrasında düşünmeye başladı, yapacak hiçbir şey bulamıyordu. Önce bir film açarak kafasını dağıtmayı denedi ama film öyle yavaş ilerliyordu ki, insanlar filme odaklanmaktan ziyade daha çok düşünsünler kendilerini diye yapılmıştı sanki.

Çözülmeyi bekleyen onlarca sorunu vardı. Koltukta uzanırken aklına ilk düşen şeyin okuduğu kitapların düşündürdükleri olmasını istese de, aklına ilk gelen buydu, kendine mani olamıyordu. Henüz çok gençti aslında, öğretmen olalı birkaç yıl olmamıştı bile, ama ailesi için "artık evlen oğlum, yaşın geldi." mertebesine çoktan ulaşmıştı. Sadece ailesi de değil, bütün bir dünya onun evlenmesini arzuluyordu, aralarında anlaşmışlar gibi, ilk defa gördüğü "tanıdıkları"ndan otobüsteki yol arkadaşına kadar herkesin derdi buydu. 

Bir yandan evliliği, bir yandan mesleğe başlar başlamaz girdiği borçları nasıl ödeyeceğini düşünüyordu. Öğrencileri bütün bu sıkıntılarının içinde bir vaha olmuştu her zaman, bir çocuğu yetiştirmek, ona bir şeyler öğretmek büyülü bir şeydi onun için. Ancak son günlerde bu bile eski heyecanı vermiyor gibiydi. Sanki bir şırıngayla çekmişlerdi içinden ruhunu, boş bir bedenden ibaretti. Bir çare arıyordu rahatlayabilmek için, ama yoktu, sanki hiç var olmamıştı bunun merhemi.

Sabah söyledikleri aklına geldi, "neyi nerede bulacağınızı biliyorsanız..." dediğini hatırladı. Güldü haline.

Bilemiyordu.