20 Aralık 2020 Pazar

Gündedün

O uzaklara bakıp geçmişi yad etmekle meşgulken, sanki anlamıştı gözleri Fırat'ın zayıf düştüğünü ve saldırmıştı ona, çok geçmeden birer ikişer düşürmeyi başarmıştı yaşlarını. Mutlu değildi, huy edinmişti geçmiş yıllarındaki her duygusunu özlemeyi ve kutsamayı, uğruna şiirler yazacak kadar. Nostalji düşkünüydü, aşırılığa varacak kadardı hem de. Geçmişi "daha geçmiş" ve "daha da geçmiş" olarak sınıflandırmaya bile başlamıştı, 30 yaşında dinlemeye başladığı müzikler, 20 yaşındayken dinlediği müziklerden daha değersiz geliyordu artık ona, öğrenciliğinde yapmaya çalışıp yapamadığı, zar zor yediği yemekler, sanki ünlü bir restoran yemeğiydi bugün, iğrendiğini bile unutmuş gibiydi.

Salonda oturuyordu ve içerisi karanlıktı, zira pencereden bakınca gördüğü sokak lambası yetiyordu ışık ihtiyacını karşılamaya. Odaklanmıştı, eşi Semiha'nın geldiğini dahi duymamıştı fakat karşılaştıklarında ne Semiha Fırat'ın ağlamasına şaşırmıştı, ne de Fırat Semiha'yı duymadığına. Semiha eşinin böyle üzgün üzgün oturmasını garipsemiyordu uzun bir zamandır, sıklıkla olan bir şey haline gelmişti bu, Fırat da her böyle oturduğunda Semiha'nın şefkatle yanına gelip derdini paylaşmaya çalışmasına alışmıştı. 

"Fırat'ım, geçmişe mi gittik yine?" diye seslendi Fırat'a, sesindeki tını ninniyi andırıyordu Semiha'nın. Fırat yavaş yavaş sildi yaşlarını, gözlerinin görünmeyeceğini bildiği için rahattı, şişmesi, kanlanması kimin umurundaydı? Yalandan bir gülmeyle konuştu.

"Yok yahu, ilham arıyorum, bir şiir üzerinde çalışıyorum da."

Elli altı yıldır aynı çatının altındalardı ve artık ses tonundan bile doğru olup olmadığını anlayabiliyorlardı söylediklerinin, Semiha da anlamıştı yalan olduğunu ama o da devam ettirmişti bu oyunu, ikna olmuş gibi konuşarak.

"Kâğıdı görmek zor olur, ışığı yakayım mı?"

Hemen doğruldu Fırat.

"Yok, yok." 

Öğretmeninin ödevi yapmadığını fark edeceğinden korkan bir çocuk kadar heyecanlanmıştı, konuyu değiştirmeye çalıştı hızla.

"Sen ne yaptın canım, uyuyamadın mı?"

Fırat'ın bu komik telaşı fark edilmeyecek gibi değildi, Semiha'nın çok hoşuna gitmişti bu tatlı telaş.

"Yok canım, uyku tutmadı. Kahve içmiştik ya, ondan herhalde."

"Evet evet, bende de öyle oldu."

"Kahve içecek yaşa gelmişiz baksana, çocukken içirirler miydi hiç?" dedi Semiha ve gülmeye başladı, sanki bile bile çocukluktan bahsetmiş gibiydi, Fırat'a "ne düşündüğünü biliyorum." dercesine bir uyarıydı bu. Fırat da gülerek cevapladı bu soruyu.

"Sahiden, kararırsın derlerdi hep, korkuturlardı bizi." 

"Biliyor musun, evde kahve pişirildiğinde gizlice içerdim ben bazen. Yakalanmamaya çalışırken içtiğim için de hiçbir şey anlamazdım."

"Ben hiç cesaret edemezdim, sen yine cesurmuşsun."

Sonunda istediği yere getirmişti sohbeti Semiha, hiç beklemeden konuya girdi.

"Sen de yakalanmamaya çalışmaktan sohbetten bir şey anlamıyorsun ki canım. Neyin var, anlatır mısın?"

Kaçacak başka bir yeri olmadığını anlamıştı sonunda Fırat. Semiha en ketum insanın dahi derdini ona açmasını sağlayabilecek kadar maharetliydi,  sözlerini dikkatle seçer, ses tonunu ona göre ayarlar ve öyle konuşurdu.

"Geçmiş günler geldi gözümün önüne, canım. Biraz duygulandım."

"Çok oluyor bu sana son birkaç aydır, neden acaba?"

Aslında son birkaç ay değildi, Fırat her zaman geçmişe özlem duyan biriydi, sadece son yıllarda bugünü yaşatmayacak kadar yoğun hissediyordu bu hissi.

"Bilmiyorum ki. Her şey eski günleri hatırlatıyor sanki. Bazen ellili yaşlarım sanki dün gibi geliyor, bazen genç bir delikanlıyken yaptıklarım canlanıyor hafızamda. Yediğim portakalın dahi tadı değişmiş sanki, sokak lambaları bile farklı yanıyor gibi geliyor artık."

"Anladım..." dedi ve durdu. "Sen de değişiyorsun ama. Ben de değişiyorum, her şey değişiyor. Öyle değil mi?"

"Evet öyle de, ne bileyim... Zor geliyor geçmişten uzaklaşmak."

"Öyle tabii. Gençliği özlüyor insan. Bak, sana bir şey söyleyeyim mi? Ben de yirmili yaşlarımı özlüyorum bazen. Aslında özlemekten de ziyade, hayıflanıyorum geçmişte yapamadıklarıma, mesela aklıma geliyor, neden hiç paten kaymamışım, neden hiç keman çalmaya çalışmamışım ben yahu?"

"Ben paten kaymayı denemiştim bir sefer, olacak gibi değil vallahi."

"Öyledir tabii de, yani denesem şimdi içimde ukde kalmazdı."

"Paten işi bu saatten sonra biraz zor olur ama bir keman alalım sana, olmaz mı?"

"Artık öğrenemem ki, zor olur, çocukken falan başlamak lazımdı." dedi. Gözleri açıldı, ufak bir aydınlanma yaşamıştı. Heyecanla konuşmaya başladı.

"Aslında... Sanırım insan sadece istiyor Fırat, yani keman çalmayı öğrenecek olan şimdi de öğrenir ama böyle sadece isteyip hiçbir şey yapmadan bekleyince sorumluluğu geçmişe atıyorsun, işin içinden rahatça çıkıveriyorsun böylece. Geçmişteki biz, sorumluluklarımızı döktüğümüz bir çöplük gibi."

"Haklısın."

"Geçmişi özlerken de böyle değil mi? Bugünü yaşamaktan, bugünün sorumluluklarından kaçıyoruz."

Fırat içinde bulunduğu durum Semiha tarafından nitelenince düşünmeye başladı. Bugünü yaşamaktan, sorumluluklarından kaçmamak için geçmişi özlediğini düşünmüyordu aslında ama bir taraftan da bugüne odaklanamadığının farkındaydı. Her zaman bu yapıda olduğunu da biliyordu, eğer sorumluluklarından kaçsaydı, yıllardır yerinde saymış olması gerekmez miydi?

"Bilemiyorum ki. Yani benim için öyle değil gibi geliyor."

"Bir defter dolduruyoruz, ilk beş altı sayfasında güzel şeyler yazdık diye, artık deftere devam etmiyoruz, ilk beş altı sayfayı okuyup duruyoruz. Bu hem ilk sayfalara hem de yazılmamış sayfalara bir hakaret gibi değil mi sence de?"

"Garip... Bir örnek verince sana karşı bir şey söyleyemiyorum ben, vallahi iyi biliyorsun ikna etmeyi."

Gülmeye başladı Semiha.

"Bak ne güzel, geldin tekrar aramıza. Bir de unutmadan... Şiirin nasılmış, bir bakayım mı?"

"Daha yazmadım ki, ilham bulamadım."

Bir şiir üzerine çalıştığını söylediğini hatırlıyordu Semiha ama belli ki yazdığının okunmasından utanıyordu Fırat. Üstüne gitmek istemedi.

"Uyku da tutmuyor. Çay demleyeceğim, içer misin sen de?" 

"İçerim." dedi ve Semiha arkasını dönüp yürümeye başlayınca seslendi.

"Semiha… Teşekkür ederim. İyi ki varsın."

Utanır gibiydi sesi, aynı zamanda minnet doluydu. Birinin onu anladığını bilmek, onunla aynı paydada buluşabileceğini bilmek her zaman ferahlatıyordu içini. Semiha gülümsedi, "Sen de öyle." deyip devam etti. İçi huzurla dolmuştu.

Önüne döndü Fırat, elindeki şiir kağıdını aldı ve okumaya başladı.


"boydan boya dolaşırdım bütün sokaklarını İstanbul'un,

daha iki elin parmağını geçmezken yaşım.

şimdi kaç el gerekir bilemez oldum, gördüğüm yılları saymaya. 

ama artık eskisi gibi değil hiçbir şey, hiçbir yer... biliyorum.

köşeden sola dönünce görülmüyor artık simitçi abi,

halbuki ne zaman baksak hep oradaydı o,

merak konusuydu bizim aramızda, sorardık birbirimize,

"bu adam burada mı yatıp kalkıyor acaba?"


peki ya bakkal halim efendi?

"veresiye verilmez." yazardı duvarında, koca koca harflerle,

vermezdi de, gerek kalmazdı ki.

bedavaya verir, "yiyin çocuklar, bakın kendinize!" diye de bağırırdı arkamızdan.

o da çoktan kapatmış dükkanını, çok olmuş göçeli öte dünyaya.


dün, artık çok uzak bugünüme.

fark etmek zor değil, az düşünse buluyor sebebini insan,

alıp götürmüş seneler bütün neşemi.


biz küçükken, hızlıca koparıp atarken takvim yapraklarını,

meğer o koparıp atıyormuş bizi anılarımızdan,

yavaş yavaş, fark ettirmeden.

ustalıkla atıyormuş bizi bir kenara,

o boydan boya dolaştığımız sokaklardan,

birlikte dolaştıklarımızdan ayırıyormuş bizi."


"Böyle de yazılmaz ki be kardeşim!" diye söylendi ve gülmeye başladı. Beğenmemişti ama atmaya da kıyamıyordu. İmzasını ve tarihi atıp kâğıdı katladı, sonra yavaşça doğruldu yerinden. Sokak lambasına baktı bir defa daha, ona da teşekkür edercesine kafasını salladı. Teşekkür ettiği sokak lambası dahi bir anısını hatırlatmıştı ona ve mırıldanmaya başladı.

"Ben küçükken..." dedi ve durdu. "Bu sefer olmayacak." dedi kendi kendine ve devam etti mırıldanmaya.

"Büyümüşüz işte." 


Son düzenleme: 21.12.20 17.11