20 Temmuz 2021 Salı

Metro

Bir renk paletini andırıyordu üstündeki tişört, kaynağı belirsiz onlarca leke, kazağa karakter kazandıran motifler haline gelmişti. Altındaki pantolon, yamalarıyla birlikte yeni bir pantolondu, kahverengiydi -en azından o an için, zira fabrikasından hangi renkle çıktığını bulmak ancak hummalı bir çalışmanın ardından mümkün olabilirdi-. Ayakkabısı yoktu, küçücük terliğin ucundan sarkan koca parmakları yolu silerek ilerlediğinden simsiyahtı artık, sadece bir parmağının ucu kırmızıydı, o da az önce ayağını yerdeki cama taktığı için. Gecenin buz kesici soğuğuna rağmen sefere yetişmek için koştuğundan, terler süzülüyordu saçlarının arasından ve bu koşuşturma günlerdir üzerine sinmiş kesif ter kokusunu uyandırmıştı. Bu kokunun etraftakiler tarafından duyulmaması mümkün değildi. Neyse ki bindiği metro gecenin son seferine kalkmıştı, koca vagona sirayet eden bu iğrenç koku, talihsiz beş kişi dışında kimse tarafından teneffüs edilmiyordu.

Yüzünde belli belirsiz bir tebessüm vardı, etrafındaki insanların ondan tiksindiğini düşünüyor ve bundan garip bir haz duyuyordu. Gün boyunca ofislerinde beyinleri patlayan insanların, başlarını hızla giden metronun camına dayayarak günün yorgunluğunu atmaya çalıştıkları bu birkaç dakikayı onlara zehir etmek... İstediği ve mutlu olduğu şey tam da buydu. Eve gittiklerinde günün yorgunluğuna söverken bir de bu kokuya söveceklerdi, gece "bunları mı çekeceğim her gün?" sorusu bu koku için de sorulacaktı, ancak sabah yine aynı şekilde işe gidilecekti, kaçış yoktu.

Karşısında bilmem kaç bin liralık takım elbisesiyle duran çocuğa baktı, "olsa olsa yirmi beş, otuz yaşlarında" diye geçirdi içinden. Bu çocuk gibi olabilme hayaliyle çalışmıştı senelerce, pahalı takım elbiseleri giyecek, herkesin ona saygı duyduğu bir ofiste çalışacak, aldığı maaşla istediği yerde, istediği yemeği ücretine dahi bakmaksızın yiyebilecekti. Eğer ani bir kararla bu hayata giden yolda yaptığı her şeyi çöpe atmasa, belki bu çocuktan bile iyi olabilirdi, hatta bir ihtimal metroya değil, kendi arabasına binip giderdi eve. 

Çocuk, sanki kendisinden söz edildiğini duyarcasına kaldırdı kafasını, karşısında bembeyaz saçları ve lekelerle dolu bir kıyafetle oturan adamı gördü, sanki "buldum." diyordu içinden, "buldum bu kokunun kaynağını." Adamın kaç yaşında olduğunu kestirememişti, saçları seksen küsür yaşında bir ihtiyarı andırırken, duruşu ancak otuz beş, kırk yaşlarında birini işaret ediyordu. Durdu, saatlerdir çalıştığı için sepet gibiydi başı, yaş tahminiyle vakit geçirmek istemedi ve bu bahsi kapattı. Şimdi, hayal kurma vaktiydi, çalıştığı büroda müdür olduğunu düşündü bir an için...

Çocuk boş bakan gözlerini gezdirirken bir anda göz göze geldiler ve adam, çocuğa acıdığını hissetti bir anda. Yıllardır kendisine acımayla karışık merhamet duygusuyla bakan yüzlerce kişiden duyduğu rahatsızlık ona bir başkasına acımayla bakmayı zımnen yasaklamıştı ve şimdi, bu zımni yasak ilk defa delinmişti. Fısıldamaya başladı kendi kendine, en son ne zaman biriyle konuştuğunu hatırlamıyordu zaten.

"Git bakalım, senelerce git çalışmak istemediğin o ofise. Kaçta kalkıyorsun be oğlum, sabah 6'da mı, 5'te mi? Ne yiyorsun sabahları, yumurta haşlamaya kalıyor mu mecalin? Melul melul bakıyor musun her sabah aynaya, bir amaç arıyor musun devam edebilmek için? Ayda bir kere pizza yiyince ne diyorsun kendine, 'oh be, ne güzel doydum' mu? Değer mi be oğlum! Değmez... Değer mi? Vallahi değmez! Değmez!"

Birkaç saniyelik göz teması, çocuğun gözlerini kaçırmasıyla son bulmuştu ve bu durum yenilgiyi kabul ettiğinin bir göstergesiydi. Takım elbisesi üzerinde olmasa çok daha küçük gösterirdi zaten, maganda gibi "ne bakıyorsun ulan ters ters?" diyebilecek bir cesareti yoktu, kaçırmak tek çareydi. O sırada bir anons duyuldu.

"Gelecek istasyon: Demirevler"

Çocuk anonsu duymasıyla birlikte yenilginin bütün sonuçlarından bağımsız bir şekilde yavaş yavaş toplanmaya başladı, yan koltuğa serdiği el çantasını bacağının arasına koydu. Çocuğun toparlanmaya başladığını görünce, kendi kendine konuşmaya devam etti adam.

"Nerede insem bugün? Yenitepe? Esentepe? Hava soğuk bugün, tepelerde de kalınmaz ki, üşürüm yani..."

Her gün farklı bir yerde iniyordu ve nerede kalacağına semtlerin rakımına göre karar veriyordu, ona göre rakım birkaç metre yükselse bile havayı buz gibi yapmaya yeterdi. Dereceyle girdiği Lonbridge Üniversitesi'ndeki coğrafya eğitimini birinci sınıfta bırakmıştı ve rakım, öğrendikleri arasında aklında yer eden nadir şeylerden biriydi.

Aklına son üç durak arasında tepe olmayan tek durağın Demirevler olduğu ve bu durağa varmak üzere oldukları düştü, bir sağına baktı, bir soluna. Üşümek istemiyordu. Üşüdüğünde sanki aklını yitiricekmiş gibi hissediyordu zira, dişleri birbirine her vurduğunda aklından bir zerre daha çıkıyordu sanki. Karar vermeden önce düşündü, kapıların açılmasına anca birkaç saniye vardı. Düşünme vakti çoktan geçmişti, haddinden fazla bir telaşla poşetlerini toplamaya başladı, her hareketi, ter kokusunu daha da yayıyordu etrafa. Sanki bu durakta inmese, hayatı boyunca Demirevler'e asla gelemeyecek gibiydi. Poşetlerini tek tek kontrol etti hızlıca, dört farklı kütüphaneden yürüttüğü ve zar zor beş poşete sığdırdığı yirmi kitabı göz ucuyla saydı. Kütüphaneden yürüttüklerini çok geçmeden geri getirirdi, zaten o yüzden "yürütmek" derdi bu eyleme, kitapları birazcık yürütüyor, sonra geri getiriyordu.

Çocuk alelacele toplanan tekinsiz adamı görünce biraz daha panikledi, adam onun için hazırlanıyordu sanki. Yere bir şey düşürmüş gibi eğildi, havayı topladı ve yerine geri oturdu. Karar vermişti çoktan, bu durakta inmeyecekti, evi bu durağa on dakika uzaklıkta olmasına rağmen.

Kapılar açıldı, bir nefes sesiyle. Adam hızla çıktı kapıdan, çocuk içinden hem küfürler ediyor hem de oyuna getirdiğini düşünerek keyifleniyordu, zira hayatı boyunca böyle insanları yalnızca ikinci sınıf filmlerde görmüştü ve içinde bulunduğu durum ona göre tehlike içeriyordu. Ayaklarını koltuğun hemen altında topladı, canı sıkılmıştı.

Havada özgürce dolaşan ter zerrecikleri, adamın rüzgar gibi çıkışıyla kaynağını kaybetse de, hakimiyetini halen kararlılıkla sürdürebilecek güçtelerdi, birkaç dakika sonra biraz daha hafifleyecekti koku. Çocuk anlık bir rahatlamanın etkisiyle derin bir nefes aldı ve hemen sövdü ardından, zira ter, burnunun direğindeydi. Müdür olma hayali de sekteye uğramıştı bu birkaç dakika yüzünden. Keyfi kaçmıştı. Bir ses duydu hemen ardından, eve dönüş yolculuğunun en az yarım saat uzadığını bildiren bir sesti bu:

"Gelecek istasyon: Esentepe"