23 Şubat 2022 Çarşamba

Savaşa Tutulan Bir Ayna: Band of Brothers

Dikkat! Spoiler içerir.

Savaş üzerine uzun tanımlar yaparak başlayacağım bir yazı, haklı olarak “tanım yapmak sana mı kaldı?” sorusunu beraberinde getirecektir. Evet doğru, zira çoğu zaman savaş üzerine konuşanlar, savaşı hiç görmemiş olanlardır. Savaşı görenler -anladığım kadarıyla- savaş konuşmaktan çoğu zaman kaçınırlar. Ben, en azından bu yazı için (sanıyorum ki savaşı da görmediğimden) bundan kaçınmayacağım.

"Savaşlar her zaman ilgi çekici, çünkü savaş, bütün duyguların son derece yoğun ve sansürsüz bir şekilde tezahür ettiği bir alan, bir trajedi yumağı. Belki de bu nedenledir ki, her savaş dizisi veya filmi farklı bir heyecan doğuruyor insanın içinde, kalitesi ne olursa olsun farklı pencerelerden gösterilen mücadeleler halen dikkate değer görülüyor. Hele ki oluk oluk kanın aktığı II. Dünya Savaşı… O kadar farklı pencereden anlatıldı ki bu büyük savaş, herhalde savaşın içerisinde görev almış bir askere bugünkü külliyatı izletebilseydik o bile şaşırırdı, "savaş böyle bir şey miydi yahu?" derdi belki de.

İşte bu farklı farklı pencerelerin arasından öne çıkabilmek ve bir yer edinebilmek asıl zor olan şey ve görünüşe göre Band of Brothers bu pencereler arasında en özel yerlerden birinde duruyor. Gelin, bu dizinin hangi yönlerle öne çıktığına bir bakalım[1].

En başta, Steven Spielberg ve Tom Hanks isimleri, bu dizinin tek başına ilgi çekici olmasına yetiyor tabii. Er Ryan’ı Kurtarmak filminden tanıdığımız bu ikili, dizide yapımcılık koltuklarından ikisini işgal ediyor, 5. Bölümde ise yönetmen koltuğunda Tom Hanks’i görüyoruz.

Ancak dizi yalnızca bu büyük iki ismin arkasına sığınıp geride kalan unsurları boşlamamış. Diziyi bitirdikten sonra “bu diziyi nasıl özetleyebilirim?” diye düşündüğümde, aklıma gelen ilk şeyin “gerçekçilik” olduğunu söylemeliyim. Biliyorum, savaşı hiç görmeyen biri için “çok gerçekçi” demek biraz komik ancak dediğim gibi artık o kadar çok şey tüketiyoruz ki savaşla ilgili, savaşın nasıl bir şey olduğu konusunda belki de savaşmakta olan bir askerin düşündüğünden çok daha fazla şey düşünüyoruz. Zira, bir şeyin içindeyken duygular o işi mantık çerçevesinde düşünmekten alıkoyuyor, daha çok o işi yapmaya odaklanıyoruz. Hele ki her gün sıcak çatışma şeklinde, ağır kayıplar altında gerçekleştirilen bir savaşta bulunan asker, bırakın savaş üzerine düşünmeyi, “gerçek”likle bağını ne derece koruyabiliyor, o bile tartışılabilir. Bu nedenle, müsaadenizle “gerçekçi” tanımını bu diziye yakıştırıyorum.

Dizide gerçekçilik kaygısı öyle bir seviyede ki, bazı sahnelerde son derece dramatik olarak sunulabilecek unsurlar, olup biten herhangi bir olaydan farksızmış gibi sunuluyor. Örneğin, savaş psikolojisini göstermek bakımından en çarpıcı karakterlerden biri olan Albert Blithe’ın vurulduğu sahne dakikalarca bir dram hikayesi olarak aktarılabilecekken, her şey hemen olup bitiyor ve biz yalnızca bölüm sonunda ufak bir bilgilendirme notuyla karşılaşıyoruz[2], dahası yok. Bu durum açıkçası başlangıçta benim için rahatsız ediciydi, “ya kardeşim, adam öldü! Ne bu rahatlık?” diye ekran başında o adamın yad edildiğini görmek isterken, dizi bu isteğimi pek de umursamadı. Ancak sonradan bunun aslında ne kadar zor ve önemli bir anlatım tekniği olduğunu fark ettim. Yukarıda bahsettiğim gibi, savaş zaten bir trajedi yumağı demek. Var olan bir trajediyi daha da “dram sosu”na bulamakla vakit kaybetmiyor bu dizi, zira halihazırda her şey apaçık bir şekilde travma, trajedi ve dramdan oluşuyor. Daha fazla gözyaşı, “ağlatacak” dramlar, dizinin -bence temelinde yer alan- saf gerçekçilik kaygısıyla uyuşmayabilirdi. Ki öte yandan, bu büyük savaşta ölüm son derece sıradan bir şey, yaşamak ise olağanüstü. Belki de bu yüzden Band of Brothers, ölümü sanki ilk defa yaşanıyormuş gibi anlatmaktansa, her şeyin sıradanlaştığını bu şekilde anlatmayı tercih etmiş. Bu yol hem takdir edilesi hem de cesaret isteyen bir yol, tebrik ediyorum (tebriğimi duyan Spielberg sevinçten havalara uçmuş mudur?). 

Karakterlerin aktarılış biçimlerini de bu kaygı bağlamında ele almak mümkün. Düşünelim, dizinin temelinde yer alan fikir o kadar zengin bir şekilde işlenebilir ki, seyircinin beğenmeme ihtimali çok düşük. Şöyle ki, bir grup başarılı, “kahraman” asker, başlarından geçen olaylarla yavaş yavaş şekillenen bir yolculuğa çıkıyorlar. Yolculukta karşılaştıkları her şey kendi gelişimlerine hizmet ediyor, hepsi birbirinin “mentor”u, bir diğer deyişle akıl hocası. Dolayısıyla, sadece birbirileri arasında gerçekleşen, kâh komik kâh ciddi bir şekilde verilebilecek diyaloglar bile diziyi sürükleyip götürebilirdi ancak dizide bunla yetinilmemiş, bütün karakterler peyderpey aktarılıyor. Hiçbirinin başrol olmasına gerek yok, zira hepsi “Easy Grubu”nun birer ferdi olarak, teorik olarak zaten başroller. Dizi bunu çok iyi bir şekilde vermiş. Tabii ki Winters, Nixon gibi karakterler izleyen için çok daha cazip fakat dizi burada da “madem ana karakterler iyi, gösterelim gitsin.” Demiyor, bilakis diğer askerleri ön planda tutuyor, kimi anlarda “şu Winters ile Nixon ne durumda, bir görsek!” dedirtiyor. Hatta bir zaman sonra “konsept” diyebileceğim bölümler yapılmış, örneğin bir bölümde bölüğün doktoru Eugene’e odaklanılıyor, bir diğer bölümde aslen tutuk, hatta korkak bir karakter olarak yazılmış Blithe’a odaklanılıyor, onların psikolojik gelişimlerini anbean görüyoruz ve bu yansıma gerçekten mükemmel.

Bir diğer mevzu ise, propagandanın olmaması veya olsa bile bunun makul bir çerçevede gerçekleşmesi. Yoktur demek belki çok doğru olmayabilir zira her yapım bir ideolojinin aktarımıdır aslında, yönetmenin, senaristin, diğer görevlilerin, hatta bazen oyuncuların ideolojik dünyaları yapıma yansıyabilir, bu bazen devlet lehine propaganda olarak algılanabilir, bazen aleyhine. Fakat Band of Brothers özelinde konuşulduğunda, propagandanın bir hayli az olduğunu düşünüyorum. Örneğin bir sahnede müttefiklerin bir Nazi mangasını[3] kurşuna dizdiğini görüyoruz. Tabii bir savaşı konu alan dizide veya filmde propagandanın olmadığını belirtmenin en kolay yolu, esirleri kurşuna dizmektir ki bu yapım da belki bu amaçla böyle bir sahneyi çekmiştir, ancak her ne olursa olsun bu hareket bile II. Dünya Savaşı’nın -birçok an için- taraf tanımadığını iyi bir şekilde gösteriyor. Taraf tanımama demişken, bu mevzuyu dibine kadar hissettiğim bir sahne olarak teslim olan Nazi generalinin yaptığı konuşmayı içeren sahneyi gösterebilirim. Oradaki Nazi generalinin konuşması, üniformaları değiştirip Easy Bölüğü’ne karşı yapılsa, hiçbirimiz şaşırmazdık herhalde, değil mi? Bu sahne bile, savaşta iki tarafın da kimi zaman birbirine benzediğini gösteriyor sanırım.

Gelelim bu yapımın benim için pek iyi olmayan taraflarına… Pek iyi olmayan diyorum çünkü dizi gerçekten mükemmel, iyi olmayan tarafları biraz zorlamayla çıkabiliyor.

İlk olarak, yukarıda da söylediğim, her şeyin derin bir gerçekçilikle sunulmasının -başlangıç için- rahatsız ediciliği. Yapımın diline hâkim olunamadığı süre zarfında bu durum gerçekten şaşırtıcı. Hele ki birçok yapımda savaşın zaten mevcut olan dramatik tarafının daha da pompalandığını gördüğümüz için, bu benim için son derece ezber bozucu oldu. Fakat bu durum, sonradan hayranlık verici bir husus olarak karşımıza çıkıyor.

İkincisi, belki de bir bölüğü çok kısıtlı bir süre içinde aktarmalarının dezavantajı olarak, ilk birkaç bölümde karakterleri karıştırabiliyorsunuz. O kadar çok isim ve birbirine benzeyen yüz var ki, bir zaman sonra “bu doktur muydu yahu?” diye sordurabiliyor, bu durum da hikâyeye belli bir aşamaya kadar girilememesine yol açıyor. Tabii bu benim hafızamın beceriksizliğinden kaynaklanmış da olabilir, emin değilim.

Özetle, Band of Brothers, başlangıçta “bu muydu yahu?” dediğime beni pişman eden bir yapım oldu. Tavsiye edilir efendim… Gerçi, bu yazı bol bol spoiler içerdiğinden, diziyi izlemeyen birinin bu yazıyı okuması zor ama yine de, biz üzerimize düşeni yapalım.

Görüşmek üzere!



x

[1] Bu yazıda aslında bir dizinin bütününü incelemekten çok, dizide özellikle ilgimi çeken yerlere değinmeyi tercih ettim. “Gördüğümüz görüntüler mükemmel”, “yönetmen çok iyi iş çıkarmış” gibi ilk bakışta görünen şeyleri yazmaya gerek duymadım, ta ki bu dipnotu yazana kadar…

[2] Bölüm sonundaki bilgilendirme notunda Albert Blithe’nin ölüm tarihi 1948 olarak verilse de, Blithe 1967 yılında hayatını kaybetmiş. Band of Brothers adına hayranları tarafından açılmış Wiki sayfasında yazana göre, Easy Bölüğü’ndeki arkadaşları Blithe’a ne olduğunu bilmiyormuş, Blithe’ın 1948 yılında savaş yaraları nedeniyle öldüğünü düşünüyorlarmış. Band of Brothers kitabının yazarı Stephen Ambrose bu düşünceyi doğru kabul edip kitabına almış, haliyle kitaptan esinlenilerek meydana getirilmiş dizi de bu yanlışa düşmüş. Ancak Blithe’ın ailesinin girişimleriyle kitabın sonraki baskılarında bu hatadan dönülmüş.

Bkz. https://wikiofbrothers.fandom.com/wiki/Private_Albert_Blithe#False_death

[3] Mangadır herhalde yahu, değil midir?