25 Eylül 2016 Pazar

Yalnızlığına Yabancılaşmak

Hayatta hiçbir şey simsiyah ya da bembeyaz değil. Önemli olan ne kadar bulanık, ne kadar açık olduğun. Bu kural, kişiler için geçerli olmakla birlikte, olaylar için de geçerli. Örneğin, bir olayı veya bir kişiyi tamamen açık ya da tamamen bulanık kabul etmek, bakış açının daralmasına, yanlış kararları almana sebep açmaz mı? Verdiğin bu yanlış kararlar seni yanlış sonuçlara götürebilir ve bu yanlış sonuçların içinden seni kurtaracak olan da senin en başından beri kötü sandığın insan olabilir mi? Kim bilir?
Aslında hayatta her zaman tek başımızayız. “Hepimiz” tek başımızayız. Etrafımızdakiler bir bir gidecek, gidiyor da. Bir bir yalnızlaşacağız. Aslına bakarsan, ilginç bir kelime değil mi yalnızlaşmak, sahiden nedir “yalnızlaşmak”?
“Yalnızlaşmak” için bir önceki durumunun yalnızlık olmaması lazım ama insan zaten hiçbir zaman toplu/birlikte değil ki? Hep kendimizi kandırıp, farklı objelerle birlikte yalnızlıktan kurtulduğumuzu sansak da en ufak bir acımızda hatta sevincimizde bile yanımızda ancak birkaç kişi oluyor, onlar da belli bir zaman aralığında. Farklı şeylerle kandırıyoruz kendimizi her defasında. Farklı insanlarla, hayvanlarla, nesnelerle ya da adına ne derseniz deyin. Niceliğin nitelikten üstün olduğunu sanıyoruz. Hâlbuki dostlarımızın sayısı ne kadar fazla olursa olsun, hayatımızın tamamında “biz”le olacak tek bir kişi oluyor her zaman. Aynada görebiliyoruz bu dostumuzu.
İnsan çoğu zaman kendine de yabancılaşıyor tabii, bazen aldığı kararları, yaptığı hareketleri o kadar yabancılıyor ki, zamanı geri alayım istiyor. Geri alınması mümkün olmamakla beraber, yanlış kararlar bir başka yanlış kararı doğuruyor. Bu döngü yıllar yılı sürüp gidiyor. Yanlışların arasındaki doğru arayışlarıyla toprak olup gidiyoruz, her şeyin başladığı yere geri dönüyoruz.


“Milyonlarca kelime ederiz nefes alırken lakin hepsi boşa.
Öldüğümüzde mezar taşımızda yazan birkaç kelime, belki olmayacak o da… “


Okuduğunuz için teşekkür ederim, görüşmek üzere.