Hayatta hiçbir şey simsiyah ya da bembeyaz değil. Önemli
olan ne kadar bulanık, ne kadar açık olduğun. Bu kural, kişiler için geçerli
olmakla birlikte, olaylar için de geçerli. Örneğin, bir olayı veya bir kişiyi tamamen açık ya da tamamen bulanık kabul etmek, bakış açının daralmasına, yanlış
kararları almana sebep açmaz mı? Verdiğin bu yanlış kararlar seni yanlış
sonuçlara götürebilir ve bu yanlış sonuçların içinden seni kurtaracak olan da
senin en başından beri kötü sandığın insan olabilir mi? Kim bilir?
Aslında hayatta her zaman tek başımızayız. “Hepimiz” tek
başımızayız. Etrafımızdakiler bir bir gidecek, gidiyor da. Bir bir yalnızlaşacağız.
Aslına bakarsan, ilginç bir kelime değil mi yalnızlaşmak, sahiden nedir
“yalnızlaşmak”?
“Yalnızlaşmak” için bir önceki durumunun yalnızlık olmaması
lazım ama insan zaten hiçbir zaman toplu/birlikte değil ki? Hep kendimizi
kandırıp, farklı objelerle birlikte yalnızlıktan kurtulduğumuzu sansak da en
ufak bir acımızda hatta sevincimizde bile yanımızda ancak birkaç kişi oluyor, onlar da belli bir
zaman aralığında. Farklı şeylerle kandırıyoruz kendimizi her defasında. Farklı
insanlarla, hayvanlarla, nesnelerle ya da adına ne derseniz deyin. Niceliğin nitelikten
üstün olduğunu sanıyoruz. Hâlbuki dostlarımızın sayısı ne kadar fazla olursa
olsun, hayatımızın tamamında “biz”le olacak tek bir kişi oluyor her zaman.
Aynada görebiliyoruz bu dostumuzu.
İnsan çoğu zaman kendine de yabancılaşıyor tabii, bazen
aldığı kararları, yaptığı hareketleri o kadar yabancılıyor ki, zamanı geri
alayım istiyor. Geri alınması mümkün olmamakla beraber, yanlış kararlar bir
başka yanlış kararı doğuruyor. Bu döngü yıllar yılı sürüp gidiyor. Yanlışların
arasındaki doğru arayışlarıyla toprak olup gidiyoruz, her şeyin başladığı yere geri dönüyoruz.
“Milyonlarca kelime ederiz nefes alırken lakin hepsi boşa.
Öldüğümüzde mezar taşımızda yazan birkaç kelime, belki
olmayacak o da… “
Okuduğunuz için teşekkür ederim, görüşmek üzere.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder