18 Ekim 2020 Pazar

Seksen Sekiz

"Bir zamanlar hafızamdan yok olup gitmesini istediğim şeyleri ne kadar da çok özlüyorum bugünlerde. Unutmak istediğim bütün anılar ne kadar da uzak şimdi... O karlı günde, sevdiğimin önünde yeri boylayıp rezil olmayı, güç bela apartmandaki tek televizyonu alan Mehmet Abilerin benimle 'televizyonun içinde gerçek insan var Hüseyin, vallahi gece çıkar pataklar seni!' diye kandırıp kahkahalarla dalga geçmesini özlüyorum. Saatler boyu dışarda sürtüp eve yürürken 'bakalım azar yiyecek miyiz?' diye her seferinde kendimize sorup, her seferinde azar yemeyi, elimi yıkayıp hazır sofrada ayaklarımı yer sofrasının altından uzatıp anamın iki üç malzemeyle, tabiri caizse taşın suyunu sıkarak yaptığı o güzel yemeklerini yemeyi özlüyorum...

'Ses yapıyorlar, bunlar yüzünden gece geç yatıyor, işe geç kalıyorum!' diye susmaları için dualar ettiğim komşularımın hemen yanı başımda bağıra çağıra konuşmalarını istiyorum şimdi, her gün önceki günden kalan yemeklerden bulamaç edilmiş çorbayı çıkaran işyerindeki yemekhanenin, temiz bardak diye suya tutulup masaya konan bardaklarından kana kana su içmeyi... 

Bir başımayım şimdi, geçmiş yıllar artık her şeyden uzak bana. Bütün arkadaşlarım ya ölmüş ya bunamış... Ya ben? 'Güp diye giderim' diye diye yaşımı seksen sekiz etmişim. İnsan benim yaşıma gelince, hiç yaşamamış gibi hisseder mi? Yoksa ben de mi bunuyorum? Ben kendimi hiç de seksen sekizlik göremiyorum da! 

Yıllarımı geri almayı istiyorum, hoyratça harcadığım o deli günleri, bir zamanlar taşkın bir suyu andıran hayatımı. Hani derler ya, akan suda pislik olmaz diye, doğru mudur bilmem de, benim hayatımın durağanlığı zehirliyor belki de beni. Gerçi durağan olmasın da ne olsun, seksen sekiz sene diyorum yahu! Arkadaşlarımı özlüyorum, teker teker kaybettiğim bütün yakınlarımı... Hepsi gitmiş bir yerlere, bir ben kalmışım sanki. Ama bir yandan da, sanki hiç yaşamamışçasına istiyorum yaşamayı. Bir bağımlılık nefes almak, eminim! Tek başıma olsam bile bu koca kainatta, utanmasam, bir seksen sekiz yıl daha yaşarım vallahi!"

Son düzenleme: 02.11.20 18.03

8 Ekim 2020 Perşembe

Kontrol

Klinikteydim, diş tedavim yakın bir zamanda sona ermişti ve kontrol için hekime görünmeye gelmiştim. Randevuma henüz yarım saat vardı, bu nedenle bekleme odasına alındım. Odaya girer girmez ilk gördüğüm şey, açık bırakılmış bir camdı. Dışarısı soğuktu ve bir hayli üşüyordum, ilk iş olarak camı kapattım. Yorgun bir ses duydum ardından.

"Kapatma, açık kalsın." 

Duydum fakat umursamadım, sesin sahibine kaçamak bir bakış attığımda o sıra pür dikkat televizyon izlediğini gördüğüm için, unutur gider nasılsa diye düşündüm ve koltuğa oturdum. Konuşmaya başladı. 

"Neden kapattın?" 

Hışırtılı bir sesi vardı, hatta ürkütücü de denebilirdi.

"Hava soğuk, üşüyorum biraz." diye cevap verdim. Tekinsiz birine benziyordu, bu nedenle olabildiğince kısa ve kesin bir cümle kurmaya çalıştım, muhatap olmak istemiyordum. 

"Burası çok havasız. Boğuluyor gibiyim, açık kalması gerekiyor." 

"Boğuluyor gibiyim." deyince, gerçekten de açmak zorunda hissettim kendimi, koltuğa oturuş biçimi ve sesi gözlerine eşlik ediyor, gözleri dile geliyor, "kalk da aç şu camı artık." diyordu sanki, üzerimde bir hakimiyet kurmuş gibiydi. 

"Peki, açalım."

"Teşekkür ederim." dedi, sesi beklenmeyecek bir minnetle doluydu. 

Yarım ağızla "rica ederim." diyebildim. Zar zor devam etti konuşmaya: 

"Kusura bakma, bu aralar pek iyi değilim." 

"Bana ne bundan?" diyemedim, muhabbet etmeyi seven bir ruh halinde değildim bugün, hele ki bu adamla muhabbet etmeyi hiç istemiyordum ama nezaketen de olsa sormak zorundaydım.

"Neyiniz var?" 

"Bilmiyorum aslında. Belki de bu rahatsız ediyor beni, nedenini bilmediğim bir şeyin pençesinde gibiyim. Uzun zamandır benimle olan problemlerim artık rahatsız ediyor."  

"Umarım bu dönemi kısa sürede atlatabilirsiniz, sizi tanımadığım için başka bir şey söyleyemiyorum. Kusura bakmayın." 

Konuyu konuşmak istemediğimi daha iyi belli edemezdim herhalde, hafif bir rahatlık doğdu içime, zira adamın devam etmeyeceğini düşünüyordum ancak bu düşüncenin ömrü ne yazık ki bir saniyeden bile kısaydı. 

"Yok, tanımana gerek yok zaten. Beni tanımadığın için bir şeyler söylemeni istiyorum. Tanıyanlar belki iyiliğimi istedikleri için, belki uğraşmak istemedikleri için güzel şeyler söylüyorlar. Sen... Sen ne hissediyorsan onu söyle." 

Derin bir nefes aldım ve cevap verdim.

"Anlıyorum ancak bir şey de hissetmiyorum, çünkü size dair hiçbir şey bilmiyorum." 

"Bilseydim erken gelir miydim buraya?" diye söylendim içimden.  

"Ben de anlıyorum ama kendime hâkim olamıyorum." dedi. 

"Ne konuda hâkim olamıyorsunuz?" diyerek sürdürdüm bu sıkıcı konuşmayı.

"Nasıl söylesem... Susturamıyorum kendimi Beyefendi. Her şey öyle batıyor ki gözüme, her şey öylesine boş geliyor ki... Sanırım anlatamıyorum." 

Gerçekten de anlatamıyordu. Gitmek için çok şeyi feda edebilirdim ancak sohbeti bir yerden devam ettirmem gerekiyordu, kalkıp gitmemin büyük bir saygısızlık olacağını düşünüyordum. Bir yandan da gitmeyi düşündüğüm için utandım kendimden, gerçekten de konuşmaya ihtiyacı var gibi görünüyordu. Cümlesinden soru çıkartıp zaman kazanmak istedim. 

"Her şey boş geliyorsa, neden buna rağmen batıyor?"  

"Kendime hâkim olamıyorum diyorum ya. İki düşünce de farklı zamanlarda baskın geliyor işte." 

Bu cevap az önceki utancımın yersiz olduğun düşündürdü, zira bütün hücrelerim sıkıldığımın haberini veriyordu. 

"Biraz akışına bıraksan..." diyemeden sözüm kesildi. 

"Evet, sonunda söyledin o sihirli cümleyi. Bırakamıyorum ki. Aksine, o akışı dahi ben kontrol edeyim istiyorum." 

Sinirleniyordum, hem üsteliyor hem de konuşmama bile izin vermiyordu. "Sabır..." dedim kendi kendime, her şeye rağmen sakinliğimi korumaya çalıştım. 

"Bu mümkün değil Beyefendi, her şeyi kontrol etmek mümkün değil." 

"Neden mümkün olmasın?" 

Şaşırdım, "gerçekten mümkün olabildiğini mü düşünüyordu bu adam?" dedim kendi kendime. 

"Ben size sorayım, nasıl mümkün olabilir?" 

"O camı neden tekrar açtın?" 

"Boğulduğunuzu söylediniz." 

"Beni boğan havasızlık değildi. O camı ben açtım az önce, sen benim açtığım bir camı kapattın. Bana aykırı bir şey yaptın." 

Sanki bilgeymiş de bana ders vermeye gelmiş gibi konuşuyordu. "Deli misin birader sen?" demek geldi içimden. Bunu demek yerine gülümsedim. Konuşmanın nereye gittiğini anlayamıyordum artık. 

"Gülümseyin Beyefendi, hak veriyorum size." 

"Bakın Beyefendi, ne dediğinizi anlamak mümkün değil, bir şey de söyleyemiyorum. Dediğim gibi, belki de sizi tanımadığım içindir, etrafınıza kulak verin biraz, onlar benden daha iyi bir tespit yapabilirler." 

"Onlar da beni anlayamıyor. Sen de anlayamıyorsun. Anlamak istemiyorsun belki de... Aptal gibiyim değil mi senin için? Halbuki sen de beni kontrol etmek istiyorsun, farksızsın benden. Doğruyu söyle, elinde olsa susturmaz mısın beni?" 

Şimdi de atağa geçmişti. Tartışmak istemesem de sınırlarımı zorluyordu. 

"Neden susturayım sizi?" 

"Kontrol edemediğin için... Diş geçiremiyorsun bana." deyince, beynimdeki tellerin birbirine değdiğini hissettim, zaten aksi mümkün değildi, haddinden fazla bir ukalalık taşıyordu her kelimesi. Konuşmanın başından beri ilk defa kelimelerimi tartmadan, içimden ne gelirse konuşmaya başladım.

"Kontrolüne de dişine de başlayacağım şimdi! Bela mı arıyorsun ulan başına? Sen demedin mi az önce kendime hâkim olamıyorum diye, daha neyin kontrolünden bahsediyorsun?"

Sözümü bitirir bitirmez sesimi yükselttiğim ve sert bir çıkış yaptığım için pişman olmuştum ama dayanamamıştım ki. 

"Bak sinirlendin, kontrol edemiyorsun çünkü. Sen de farksızsın benden."  

Bunu söylerken gülümsüyordu, pişmanlığım yerini sinire bıraktı yeniden, artık kendime hâkim olamamaktan korkuyordum. Durdum, gözlerimi bir anlığına kapattım ve her ne kadar zorlansam da düşünmeye çalıştım:

Onu susturmak için bir şey yaparsam, haklı olmaz mıydı? En iyisi, konuyu kapatmak, sakinmiş gibi davranmaktı, kalbimin hızla atışını duyabilecek kadar sinirliyken. 

"Haklısın kardeşim benim." dedim ve yüzüne baktım, hiçbir değişim yoktu suratında.

"Sinirlen sinirlen, rol yapma." 

Onu geçiştirmek için söylediğimi fark etmişti belli ki, konunun uzamaması için ikna edici bir tonda konuşmaya çalıştım. 

"Yok be, ne rolü? Hak veriyorum sana." 

Bu sefer şaşırtmayı başarmıştım, ufak bir rahatlama hissettim.

"Gerçekten mi?" dedi heyecanla. Heyecanını yatıştıracak kadar sakin bir şekilde konuşmaya devam ettim.

"Tabii, ne sandın?"

Duruşum şaşılacak bir sakinlik içeriyordu aslında ama içten içe sinirden patlıyordum ve işin kötüsü, başından beri muhabbet etmemek için kırk takla attığım adamın haklı olduğunu düşünmeye başladığımı fark etmiştim. O en başından itibaren beni kontrol etmeye çalışıyordu -her ne kadar bunu çok geç anlasam da-, bense o benim üzerime gelince başlamıştım bu iğrenç eyleme. Başladığımız zamanlar farklı olsa da sonuç aynı değil miydi? Üzerine düşündükçe "kontrol" kelimesinden tiksinmeye başlamıştım.

Düşüncelere dalmıştım, fakat çok geçmeden bir ses uyandırdı beni, bütün düşüncelerimi alıp götürecek bir sesti bu: 

"Camı kapatır mısın?"


Son düzenleme: 6.12.20 16.46