11 Eylül 2021 Cumartesi

Acının Kontrolü

Bir insanın karşılaştığı olaya vereceği tepki ve yaşadığı olayın ardından içine gireceği psikolojik durum olayın kendisinden bağımsızdır. Kimi olaylar insana derin bir acı verebilir fakat bu durum çoğunlukla acının kendisiyle ilgili değildir, doğrudan doğruya kişinin verdiği tepkiyle alakalıdır. Tabii ki gerçek bir travma yaratmaya aday olan acılar bu sınıflandırmanın içerisine girmez, zira bu acılar çoğunlukla insan ayırt etmeksizin herkesi etkisi altına alabilecek güçtedirler ancak bir insanın bu acılar dışındaki acılara karşı savunmaları, kendi “bağışıklık”larını gösterir. Vurdumduymaz bir kişinin birkaç dakika içerisinde unutacağı bir durum, hassas bir insanda etkisi uzun bir süre devam eden bir duruma dönüşebilir. Ancak burada, bağışıklığın dışında büyük bir etkiye sahip olan bir faktör daha vardır ki, o da toplumun beklentisidir çünkü toplum, insanın çektiği acılar karşısında vereceği tepkiyi bile kontrol altında tutmak ister. Örneğin, en yakınını kaybetmiş bir insanın bu durum karşısında ağlamaması hatta ağlasa bile ağlamanın “belli bir yaş damlası miktarına gelmemesi” toplum tarafından kınanır. Bunun sebebi, toplumu oluşturan bireyler için bu insanın artık güvenilmez olarak işaretlenmesidir. Topluma göre, yakınını kaybettiğinde yasını belirgin biçimde tutmayan insan duygusal anlamda sakattır ve böylesine güçlü bir acı karşısında bile “açık şekilde” reaksiyon göstermeyen insanın yaşayanlar için de üzülemeyeceği düşünülür. Bu durum anlaşılabilir olmakla birlikte muhtemelen pek de mantıklı olmayan bir şeydir. Toplumun yas tutan kişiye karşı verdiği tepki, geniş bir empati ağına benzetilebilir. Toplum, kendisini ölen kişi yerine koyar ve bundan bir beklenti devşirir.

Empati denen şeye toplum tarafından yüklenen anlam, bireyin hakimiyet alanını kısıtlarcasına genişlemiştir, zira empati her ne kadar güzel bir anlam içerse de, günün sonunda insanların kontrol edilmesine de yarar. Bu doğaldır, çünkü toplum kontrol edebileceği her şeyi kontrol etmek ister ve bu kontrol çoğu zaman bilinçsiz gelişir. Fakat burada ironik olan, toplumsal düzeyde böylesine kutsanan bir kavramın bireylerin arasında nadiren görülmesidir. Empati, çoğunlukla kutsallaştırılan fakat çoğunlukla kimse tarafından kullanılmayan bir yeti olmaktan kurtulamamıştır. Bu duygu, “herkeste bulunması zorunlu olan bir duygu” olarak işaretlense de, insanlar bu sözü söylerken kendilerini bu “herkes” sınıfı içerisinde hissetmezler. Kısacası, birçok kimseye göre empati bir başkasında bulunmalıdır, kişinin kendisinde değil. İşte acıya yüklenen anlam da budur. Acı kutsallaştırılır, herkes tarafından çekilmesi gereken bir duygu olarak işaretlenir fakat kimse tarafından çekilmek istenmez. Birçok insan yakınını kaybeden bir kişinin cenazeden sonra akşam eve gittiğinde ne halde olduğuyla ilgilenmese de cenaze esnasında dökülmesi gereken gözyaşının miktarıyla ilgilenir. Çünkü, empatide olduğu gibi burada da acı, bir başkası tarafından “dibine kadar” çekilmelidir. Bu dip, o kadar derindedir ki, kişinin abartılı denebilecek tepkileri bile içten içe toplum tarafından takdir edilir. Acı, alkışlanır.

Az önce söylediklerimin bir istisnası olarak söylemem gerekir ki, acı, yas durumlarında çekilmesi zorunlu hissedilen bir duygu olarak da görünür. Bu sefer kişi, acıyı bir başkasında değil, kendisinde görmek ister. Kişi, o kadar üzüntünün içerisinde bir de “yeteri kadar” acı çekmediği için üzülür. Burada yeteri kadar acı çekmediği için üzülmesinin sebebi, kaybettiği kişiye karşı hissedilen bir mahcubiyet midir yoksa topluma karşı duyulan bir utanç mıdır, bir fikrim yok. Muhtemelen her ikisinin de payı vardır.

Sonuç olarak, birçok duygu gibi, acı da toplumun tekelindedir. Bu doğru veya yanlış olarak nitelendirilecek bir şey değil, yalnızca var olan bir şeydir.

Son olarak, tabii ki bütün bunları söylemek için allameicihan olmaya gerek yoktu fakat uzun süredir blog’da bir yazı yazmadığımdan, bu arayı bu yazıyla kapatmak istedim.

Görüşmek üzere. 

2 yorum:

  1. "Empati denen şeye toplum tarafından yüklenen anlam, bireyin hakimiyet alanını kısıtlarcasına genişlemiştir,..." kısmından tek başına çıkardığım anlam bazı insanların ek bir empati duyarak kendilerini kısıtlaması. Burada empati direkt olarak şahsı kısıtlayabilen bir durum oluyor. Yazının içinde okuyunca fark ettim ki aksine burada bahsedilen dolaylı yoldan bir etkidir. İnsanların içten içe empati duyması neticesinde diğer insanları kısıtlaması ek bir katman oluşturmuş ve yazıya yaratıcılık katmıştır. Bu tarz kesin cümleler benim tarzım değil. Yazıyı okuduktan sonra böyle oldum, affediniz efendim!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öncelikle bu güzel yorumunuz için çok teşekkür ediyorum.

      Aslında doğası gereği empati, ek olup olmadığı fark etmeksizin kişiyi kısıtlıyor, ki bu kısıtlama olumsuz bir kısıtlama da değil hatta gereken bir kısıtlama. Ancak bazen karşı tarafın yerine koyup düşünürken kendimizi karşı tarafta unutabiliyoruz, kendimizi haksız yere ihmal ediyoruz ve dolayısıyla bu durum hareket alanımızı alabildiğine daraltıyor.

      Kesin cümlelere gelince, aslında ben de genel olarak fikir belirtirken kesin cümlelerden kaçmaya çalışıyorum. Hatta bu yazıda da çoğu yerde "çoğunlukla" ifadesini kesinlikten kaçınmak için kullandım ancak bazı yerlerde -yanılma pahasına- bu tarz cümlelerin kullanılmasının gerektiğini düşünüyorum. Yanılmak gelişmenin ön koşuludur sanırım, değil mi? :)

      Sil