30 Nisan 2020 Perşembe

Hayal

Parka gitmek için sabırsızlanıyordu. Birkaç gündür hasta olduğu için dışarı çıkamamış, iyileşmeyi beklerken hep hayaller kurmuştu. Önce apartmanlarının önünde arkadaşlarıyla buluşacak, sonra -hastalıktan yeni kurtulmasına rağmen- köşedeki dondurmacıdan bir liralık dondurma alacak, onları afiyetle yerken parka varacaklardı. 8 yaşındaydı, en büyük hayali buydu. Bunları düşünürken bile küçük kalbi hızlı hızlı atıyordu.
Yarın oldu, hayallerini bir bir gerçekleştirdi, akşam olup eve geldiğinde ondan mutlusu yoktu. Yarın için hayaller kurmaya başlamıştı bile. Şimdiki biraz daha zordu:
Geçen sefer bisikletle tırmanmayı başaramadıkları dik yokuşu tırmanmayı bu sefer başarmak.

Günler, yıllar geçiyordu, üniversiteyi bitiren genç bir mimar olduğunda zamanın ne kadar hızlı geçtiğine anlam verememişti, diğer tüm insanlar gibi. Gece yattığında hayallerini kentin en işlek yerlerine yapılacak binalara imza atacağı günün üzerine kuruyordu. Şehrin silüetini değiştirecek, her gün binlerce kişinin önünden geçip hayranlık duyacağı, mimarlık kitaplarında ders olarak okutulacak binalar inşa edecekti.

***

Birkaç sene işyerinde on, on bir saat, eve gittiğinde üç, dört saat çalıştığı işler yaptı, böyle devam edemeyeceğini biliyordu. Saçlarına ilk akları düşürmüş, bozulan gözlerine bir madalya gibi gözlüğünü takmıştı.
Mesleğinde 20. yılını doldurduğunda azımsanmayacak kadar çok parası vardı, ancak tatmin olamıyordu. Şehrin silüetini değiştirmekten çok uzaktı, binalarını içinde oturan elli kişi anca görüyordu, zaten birkaç on yıl sonra deprem tehlikesiyle yıkılacak binalardı bunlar.
Ölümünden sonra onu kitaplar değil, bir mezar taşı anlatacaktı. Hayallerini öyle yükseğe yerleştirmişti ki, erişemiyordu.

Çocukken nasıl da gerçekçi olduğunu fark etti, "çocuk bu, ister" sözünün doğru olmadığını anladı. O günler istediği şeyler küçücüktü, onları bir bir gerçekleştiriyordu, eğer bunu başaramazsa birkaç saat gözyaşı döküyor, sonra unutup yepyeni bir hayale yelken açıyordu.
İnsanın büyüdükçe "çocuk"laştığına inanmaya başladı. Kalbi küçükken hızlı çarpıyordu, şimdi onun nabzını hızlandıracak şeylerin sayısı o kadar azdı ki, bu hale nasıl geldiğini anlayamıyordu. Artık hayallerinin ona çok uzak olduğunu biliyordu. Halbuki yine o, çocukken o yokuşu tırmanmayı hayal etmiş, sonraki gün büyük bir özveriyle tırmanmamış mıydı? Büyüdükçe önündeki yokuşun sonunu görememeye başlamıştı, artık yokuş hiç olmadığı kadar dikti.

Düşünmeyi bıraktı, yorulmuştu. Dolapta yarım kalan, paketi birkaç gün önce açılmış, eridikten sonra tekrar buzluğa atılan bir dondurma olduğunu hatırladı. Yemeye başladı. 
Hiçbir şey hissetmiyordu. Çocukluğundaki o dondurmacı geldi aklına, dondurmayı mı yoksa onu yerken duyduğu heyecanı mı özlemişti, kararsızdı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder