Kafa dağıtmak istedi, masanın üstündeki kitabı gördü ve okumaya başladı.
“’Düşüncesi bile kötü.’ dedi çocuk.
Cevap verdi bilge adam:
‘Düşünceler her zaman daha kötü gelir, ama hayat her zaman daha özgün kötülükler sunar.’”
Bilge adamın sözünü birkaç kere okudu, kendisi için hayat hiçbir zaman daha özgün kötülükler sunmuyordu, düşünceleri onun tek prangasıydı. Bilge adama güzel bir küfür savurdu.
Ölümü düşündü, ölüm hep ilginç gelirdi ona. İlginç gelmemesi nasıl mümkün olabilirdi ki? Dünya var olduğundan bu yana milyarlarca ölüm olmuştu belki, ama yine de her ölüm orijinal bir yıkım getirirdi. İnsanlar birbirine benzese de, ölüleri birbirine benzemezdi. Kimi birkaç günde unutulur, kimi yüzyılları devirir, kimi ise birkaç günü dahi göremeden silinirdi akıllardan. Schopenhauer’in sözünü hatırladı, “ismini bilen son kişi öldüğünde, hiç yaşamamış olacaksın.”
“Ben öldükten sonra bana ne ismimin bilinmesinden.” diye düşündü, ama yine de bu söylediğine ikna olmuyordu, insan öldüğü andan sonrasını bile planlamak istiyordu zira. Ya da o öyle istiyordu.
Sıkışmıştı.
Geçmişi pişmanlık, geleceği ise kaygı kaynağıydı ona. “Bugün”de sıkışmıştı adeta.
Çıkmak istiyor muydu? İnsan istemese bunu kendine yapabilir miydi? Vicdanını sürekli aşındırıyor, ona yeni kurallar öğretiyordu, mutsuzluğun formülünü bulmuştu adeta.
Bulmuşken, bir yudum daha aldı.
Kitabı fırlattı bir köşeye, bir daha açar mıydı kapağını, bilinmez.
Uykuya daldı. Her şeye rağmen, uyanmak umuduyla.
“’Düşüncesi bile kötü.’ dedi çocuk.
Cevap verdi bilge adam:
‘Düşünceler her zaman daha kötü gelir, ama hayat her zaman daha özgün kötülükler sunar.’”
Bilge adamın sözünü birkaç kere okudu, kendisi için hayat hiçbir zaman daha özgün kötülükler sunmuyordu, düşünceleri onun tek prangasıydı. Bilge adama güzel bir küfür savurdu.
Ölümü düşündü, ölüm hep ilginç gelirdi ona. İlginç gelmemesi nasıl mümkün olabilirdi ki? Dünya var olduğundan bu yana milyarlarca ölüm olmuştu belki, ama yine de her ölüm orijinal bir yıkım getirirdi. İnsanlar birbirine benzese de, ölüleri birbirine benzemezdi. Kimi birkaç günde unutulur, kimi yüzyılları devirir, kimi ise birkaç günü dahi göremeden silinirdi akıllardan. Schopenhauer’in sözünü hatırladı, “ismini bilen son kişi öldüğünde, hiç yaşamamış olacaksın.”
“Ben öldükten sonra bana ne ismimin bilinmesinden.” diye düşündü, ama yine de bu söylediğine ikna olmuyordu, insan öldüğü andan sonrasını bile planlamak istiyordu zira. Ya da o öyle istiyordu.
Sıkışmıştı.
Geçmişi pişmanlık, geleceği ise kaygı kaynağıydı ona. “Bugün”de sıkışmıştı adeta.
Çıkmak istiyor muydu? İnsan istemese bunu kendine yapabilir miydi? Vicdanını sürekli aşındırıyor, ona yeni kurallar öğretiyordu, mutsuzluğun formülünü bulmuştu adeta.
Bulmuşken, bir yudum daha aldı.
Kitabı fırlattı bir köşeye, bir daha açar mıydı kapağını, bilinmez.
Uykuya daldı. Her şeye rağmen, uyanmak umuduyla.
Son düzenleme: 25.11.20 01.33
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder