20 Haziran 2022 Pazartesi

Görecelilik

İnsan ilişkileri için bu kadar çaba harcamanın gerekmediği çağlardaydık o zamanlar. Halen tekerlek denen şey icat olunmamıştı ve insanoğlu ayaklarından başka hiçbir şeye güvenemiyordu henüz, tabii yolda ayağını boydan boya saran yara bereden enfeksiyon kapıp ölmezse.

Yıllar geçtikçe daha da zorlaştı insanlarla iletişim kurmak, diller bir çınarı andırırcasına büyürken konuşulanlar gittikçe azalıyordu. Telefonlar veya birbirinden iyi tasarlanmış sosyal medya siteleri değildi bunun sebebi, bizzat insan doğasıyla ilgiliydi. İnsan, insanla ancak zorunda kaldığı zamanlar iletişim kurardı, ne zaman ki bu zaruret ortadan kalktı; insanın karakteri de açığa çıktı.

Mehmet eğer ilk çağlarda yaşasa hiç susmazdı belki. Minibüste telefondan başını kaldırmayan bu adam, orta çağda bir şövalye edasıyla takılırdı bir ihtimal, belki de ölü doğar, tutulduğu veba illeti kimseye bulaşmasın diye yakılarak göğe yükselirdi. Belki Fransız ihtilalinde sokağa dökülen heyecanlı kalabalığın arasında ezilir giderdi, belki de Robespierre'in silah arkadaşlığını yapar, devrimden sonra giyotinle ödüllendirilirdi. Kim bilir?

Şikâyet ederdi hep Mehmet, hiçbir zaman anlaşıldığını hissedememişti zira. 30 yaşına bastığı gün doğum günü pastasına mumları kendi dizmiş, bakkaldan beş liraya aldığı çakmakla mumlarını dahi kendisi yakmıştı. Tabii tek kişi olması pastanın paylaştırılması konusunda bir kolaylık sağlamıştı, çatalla dalıvermişti kötü çikolataya boğulmuş merdiven altı bir pastane pastasına.

İnsanlar artık en kolay şeylerde bile anlaşamaz hale gelmişti o dönemlerde. Her insan etrafını çepeçevre saran bir duvarla korunuyordu, bu duvara saldırı mahiyetinde bir laf gelmeyegörsün, hemen mızraklar çekilir ve amansız bir savaşa tutulurdu herkes. Kazanan var mıydı veya bu savaş kazanılır mıydı, o konular halen tabuydu.

Mehmet'in en yakın arkadaşı Salim, ilk çağlarda da bir baltaya sap olamazdı. En son kirli parmaklarıyla karıştırdığı burnundan çıkardığı bir nevi organizmayı top yapıp fırlatmakla meşguldü. O da şikayetçiydi bu iletişimsizlikten, "insanoğlu çiğdir, çiğ." aforizmalarıyla sağa sola rastgele ateş açardı. Hayatta ezkaza tanıştığı Mehmet dışında anlaşabildiği bir kişi bile yoktu, tabii ona da anlaşmak denirse.

Bu çağ bir garipti. Romantize edilen geçmişin aksine bu çağ romantize edilmekten hayli uzaktı henüz, diğer her çağın da başına gelen şey bu değil miydi? Aradan yüz, yüz elli sene geçince bu çağı da romantize eden romantikler peyda olurdu tabii, şüphe yoktu buna. Geçmiş, tatlı bir esintiyle insanın yüzüne vurduğu her an, yakıcı bir niteliğe de kavuşurdu. Sanki her çağda farklı boyutlarla sergilenen kötülükler, kan, ter ve gözyaşları hiç yaşanmamış gibi telakki edilir, bir oyun parkı manzarası çizilirdi. Gerçek ve daha da ötesinde zaman denen şey göreceliydi.

Mehmet -laf aramızda kalsın ama- çok çekilmez bir adamdı. Hatta bir sır daha vereyim, zamanın göreceliliği Mehmet için pek geçerli değildi. O ilk çağda da çekilmezdi, orta çağda da, yakın ve şimdiye çok uzak çağlarda da. Mehmet, bizim Mehmet’ti işte. Hepsi bu.

İletişimsizlik diye uydurduğu şey de diğer insanların mütemadiyen giriştiği bir kaçıştan başka bir şey değildi. O “iletişmek”ten rahatsızdı, kendisinden karşı tarafa ileteceği bir şey yoktu, karşıdan ona iletilecek şeyler de rahatsızlık kaynağından başka bir şey olamazdı.

Dedim ya... Mehmet, Mehmet’ti işte. İsmi kadar çok rastlanırdı kendisine.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder