6 Ağustos 2016 Cumartesi

Koçi Bey'e Göre Osmanlı’nın Duraklama Sebepleri

Koçi Bey'e Göre Osmanlı’nın Duraklama Sebepleri

Not: Yazıdaki ufak bir hatayı biraz geç fark etmem nedeniyle (divana başkanlık eden padişah geleneğini yıkan padişahın Sultan Süleyman olduğunu yazmıştım ki risalede de bu Sultan Süleyman dönemine götürülse de tarihte Fatih Sultan Mehmet döneminde görülmüştür.) 19.09.2017'de bir düzenleme yaptım. Ayrıca bazı bölümlere de konunun daha iyi anlaşılması için eklemelerde bulundum. Eğer sizin de dikkatinizi çeken hatalar olursa lütfen dijitalmurekkepblog@gmail.com adresine yollayınız. İyi okumalar.

___________


Herkese merhabalar, haddim olmayarak başlıktaki konuyu anlatmaya çalışacağım. Yazının sonunda yararlandığım kaynakları bulabilirsiniz.

Konuya başlamadan önce, bu yazıda ana kaynak olarak Seda Çakmakcıoğlu’nun çevirip Kabalcı Yayınevi’nin yayımladığı “Koçi Bey Risaleleri” adlı kitabını kullandım. Koçi Bey’in yazdıklarının çevrilip basılmasında emeği geçen herkese ve bu yazıda kullandığım diğer kaynakların yazarlarına çok teşekkür ederim. Ayrıca kitabı kaynak olarak kullanmama izin veren yayımcı Kabalcı Yayınevi’ne de teşekkür ederim.

Öncelikle “Koçi Bey kimdir, bu yazıdaki oluş sebebi nedir?” gibi soruları cevaplamaya çalışayım.
Koçi Bey, yavaş yavaş sönmekte olan koca bir imparatorluğu, sadece birkaç yılla sınırlı kalsa da, eski şaşalı günlerine döndüren IV. Murad’ın başdanışmanıydı. Koçi Bey’in kardeşiyse Rus Çarlığı’nda Çar’ın danışmanlığını yapıyordu[1]. Aileden gelen bir deha söz konusuydu adeta.

IV. Murad’ın saltanatının ilk yılları annesi Kösem Sultan’ın himayesi altında geçti. Kösem Sultan’ın son derece zeki ve entrikacı bir kadın olmasıyla birlikte, o yıllar padişahın küçük yaşından dolayı (tahta geçtiğinde 11 yaşındaydı) doğması muhtemel iktidar boşluğunu doğrusu veya yanlışıyla doldurduğu açıktır. Kösem Sultan devleti “saltanat naibesi” sıfatıyla yönetirken de, IV. Murad çok hızlı bir eğitime tabii tutulmuştu. Tahta çıkmadan önceki tecrübe ve bilgi eksikliği, dirayetli bir çalışmayla hızla giderilmişti. IV. Murad büyüdükçe de Kösem Sultan’ın devlet üzerindeki etkisi giderek azalıyordu ve genç padişah gücünü hissedince de kontrolü eline almıştı.

Hem de nasıl bir güçle almıştı eline! Devlet düzeninden tutun, toplum yaşamına kadar birçok konuda son derece radikal kararları uygulamaya soktu ve bizzat kendi uyguladı. Yeri geldi kangren olmuş parmağı kesti, yeri geldi kesmeden tedavi etmeye çalıştı.

Örneğin, kahvehanelerin kapatılması kararını almasında büyük pay sahibi olan sebep IV. Murad’ın kahveyi sevmemesinden kaynaklanmıyordu tabii ki. Kahvehanede devlet otoritesine karşı fikirler filizleniyordu, bir diğer söylenti de kahvehanenin “miskinlerin buluşma yeri” olduğuydu. Kanuni döneminde de bazı kahvehaneler kapatılmıştı, IV. Murad da kararlılıkla bu kapatılmayı uyguladı. Çocukluğuna denk gelen Kösem Sultan himayesindeki saltanatında eşkıyalığın, düzensizliğin ve otorite karşıtlığının nelere yol açtığını son derece iyi gözlemleyen padişah, kahvehanelerdeki bu ortama kayıtsız kalamazdı.  

İsyan çıkaran, otoriteye karşı gelen her kim olursa olsun, onlarca kelle bedensiz kalmıştı.Hatta önemi Kanuni Sultan Süleyman döneminden sonra iyice artan bir mevki olan şeyhülislam mevkisi dahi tehlikedeydi. İznik Kadısı’nı idam ettiren IV. Murad’ı eleştirme cüretinde bulunan dönemin şeyhülislamı Ahizade Hüseyin Efendi önce sürgüne yollanmış, sonra da idam edilmişti![2] Saraydaki inanılmaz boyutlara ulaşan israfa da dur demişti. Hazine tekrar nefes almıştı.

“Bağdat'ı almaya çalışmak, Bağdat'ın kendinden daha mı güzeldi ne!” dizelerine ilham olan, İranlılara uzun bir zaman sonra sağlam bir darbe indiren Revan ve ardından gelen Bağdat Seferi’yle Bağdat’ı ve daha birçok toprağı fethetmişti.

Artık “gözünün üstünde kaşı var!” diye isyan çıkartacak düzeye gelen yeniçerileri hizaya getirmeyi başarmıştı. Sayıları bir hayli artan, eski gücü, yetkinliği ve disiplini kalmayan ocağı revize etmişti. İktidarında yeniçeriler tekrar düzenlenmişti.
Mali Yıl
Yeniçeri Sayısı
1480
10.000
1568
12.789
1609
37.627
1670
53.849
Bu tablo[3] Halil İnalcık’ın Devlet-i Aliyye kitabından alınmış verilerle Vikipedi’de oluşturulmuş, “Yeniçeri” başlığındaki bir tablodur.

Sefere çıkmayan padişah olgusu yıkılmıştı, halk tekrardan “güçlü Osmanlı padişahı”’nı hissetmişti. Hatta Anadolu uzun zaman sonra bir padişah görmüştü.

Peki, bu ve buna ek olabilecek onlarca reform/ıslahat/yenilik tesadüfen mi yapılmıştı?

Osmanlı’nın güçlü olduğu dönemlerde bilge ve dirayetli padişahların yanında, güçlü bir devlet adamı kadrosu da bulunuyordu. Mesela Sultan Süleyman’ın yaşlılığına denk gelen dönemde Sokollu Mehmed Paşa, devleti çekip çevirmişti. Sultan Selim döneminde Piri Mehmed Paşa ve diğer devlet adamları padişahın gölgeleriydi adeta. Sadrazamından defterdarına işinin piri kimseler görev başındaydı.

IV. Murad döneminde de Koçi Bey, bilge, dirayetli ve dürüst bir devlet adamı olmayı başarmıştı. Bir ayağı çukurda olmasa da, yavaş yavaş çukuru kazılan Osmanlı İmparatorluğu’nun tekrar geçici yükselişinde kendine sağlam bir yer edinmişti.

Risalelere girmeden önce ufak bir not olarak belirteyim: “Koçi Bey Risaleleri” iki tanedir. Biri IV. Murad’a, diğeri de I. İbrahim’e yazılmıştır. Bu yazıda IV. Murad’a yazılan risaleyi inceleyeceğiz.
Koçi Bey yazdığı risalesinde sorunları tek tek başlıklar altında toplamıştı. Böylece sorunlara dikkat çekmeyi kolaylaştırmıştı.

Koçi Bey, risalesinde büyük bir önemle, “halkın ve devletin arasındaki köprünün” yavaşça yıkılmakta olduğunu söylüyordu. 
“Saadetli, devletli, İskender haşmetli hakan hazretlerinin tabiatı parlak ve nurlu kalplerine gizli olmaya ki; 990 [1582] tarihine gelinceye kadar reaya[4] fukarasından her bir nefer başına kırkar akçe ve ellişer akçe cizye, kırkar akçe hane-i avarız[5] ve iki koyundan bir akça koyun vergisi alınır, fazlası alınmazdı.” [6] 

Ancak giderek büyüyen Osmanlı, doğal olarak askeriyesini de büyütmüştü. Neredeyse her imparatorluğun er geç yaşadığı sorun olan, aşırı büyümeden kaynaklı otorite bozukluğu doğmuştu. Gereğinden fazla ve yetkinlikten uzak kişilerin askeriyeye alınması sonucu, maaş sıkıntısı belirmişti. Maaşı dengelemek için de halktan alınan vergiler de hayli artmıştı: 
“Evvelce ev başına kırkar, ellişer akçe cizye alınırken şimdi yalnız miri[7] için her bir neferden ikişer yüz kırkar akçe, her hane-i avarızdan üçer yüz akçe ve her koyun başına bir akçe tayin olundu (alındı).” 

Tabii ki halk bu duruma kayıtsız kalamazdı, kalmıyordu da. Özellikle Celali isyanları[8] ile tepkiler ortaya konuluyordu. Koçi Bey de buna dikkat çekerek, eğer “reaya fukarasına” yapılan bu zulüm sona ermezse, kıyamet gününde bizzat padişahlardan hesap sorulacağını şu sözlerle vurguluyordu:
“İslam topraklarından bir memlekette bir kimseye zerre kadar zulüm yapılsa kıyamet gününde hükümdarlardan sorulur, vekillerinden sorulmaz. Ben onlara sipariş ettim demek, alemlerin Rabbinin huzurunda cevap olmaz. Zulüm görenlerin ahı hanedanları harap eder.”[9]

IV. Murad gibi son derece otoriter bir padişaha böyle vurgulu ve son derece doğru sözleri yazabilen bir dehanın olması, başlı başına bir övünç sebebi olmalıdır. Hem IV. Murad, hem Koçi Bey ile. Koçi Bey gerçekleri “halı altına süpürmeyip” padişaha açıklıkla anlatmıştır, IV. Murad ise büyük bir olgunlukla bunları kabul edip, devleti düzeltme yolunda emek sarfetmiştir. Koçi Bey bu sözlerinin ardından şu notu düşmeyi de ihmal etmez:
“Bu dediğim sözler benim sözlerim değildir, ulemanın ve şeyhlerin sözleridir. İnanılmazsa onlara sorula. Ahval böyledir.”

Diplomatik zekâ bu olsa gerek…

Koçi Bey, vergilerin halk için dayanılmaz hale gelmesini de ulufeli kul taifesinin (ordu ve bürokrasinin aldığı maaş) artışında görüyordu. Neferlerin sayıları şu tabloyla gözler önüne serilmişti:
1631’deki Sayı
1574’deki Sayı
Neferler
463
124
Dergah-ı Mualla Mütefferikaları
38
40
Çaşnigirler [sofracılar] Cemaati
16
4
Defter-i Hakani Kâtipleri
44
31
Divan-ı Hümayun Kâtipleri
118
51
Hazine-i Amire Katipleri ve Şakirtleri
45
17
Ahkam-ı Maliye Katipleri ve Mühaşere-haranlar
17
10
Birun Hazinedarları
932
290
Dergah-ı Ali Çavuşları
1832
356
Dergah-ı Ali Kapıcıları Cemaati
7000
2210
Ebna-ı Sipahiyan [yeniçeri süvarileri]
2500
2127
Silahdaran Cemaati
2000
400
Ulufeciyan-ı Yemin [sağ ulufeciler] Cemaati
1400
407
Ulufeciyan-ı Yesar [sol ulufecier] Cemaati
900
406
Gureba-i Yemin [sağ garipler] Cemaati
905
407
Gureba-i Yesar [sol garipler] Cemaati
4246
4396
Istabl-ı Amire [saray ahırı] Cemaati
46113
13599
Yeniçeriler, Sekbanlar, Piyadeler, Zağarcılar Cemaati
9200
7495
İstanbul, Edirne, Gelibolu ve Saray Bahçelerindeki Acemi Oğlanlar Cemaati
4246
489
Mutfak ve Kiler Cemaati
5978
625
Cebeciler Cemaati
1452
1099
Topçular Cemaati
591
400
Top Arabacıları Cemaati
715
229
Mehteran-ı Hayme [çadırcılar] Cemaati
226
158
Mehteran-ı Alem [saltanat sancaktarları] Cemaati
115
115
Teberdaran [baltacılar] Cemaati
61
27
Peykler [haberciler] Cemaati
35
18
Sakalar Cemaati
15
6
Hassa Müezzinleri Cemaati
923
537
Ehl-i Hiref [zanaatkârlar] Cemaati
54
54
Suyolcular Cemaati
36
26
Tabipler ve Cerrahlar Cemaati
92216
35153
TOPLAM SAYI
Kaynak[10]

Tabloda da çok açıkça görüldüğü üzere, 1574’ten, 1631’e inanılmaz bir değişim söz konusuydu. Devletin merkezini oluşturan bu görevliler yaklaşık 2.5 kat büyümüşlerdi. Maaşların ödenmesi büyük bir sorun teşkil ediyordu, Koçi Bey de bu tespitini şöyle dile getiriyordu:
“Bu denli kula mevacib[11] mi yetişir?”            
               
Nitekim yetişmiyordu da. Osmanlı hazinesi bilindiği gibi savaşlara dayanıyordu, ganimetler hayati derecede önemliydi. Kazanılan savaşlar da azaldığında, hazinede sorunlar ortaya çıkıyordu. Bu neferlerin sayısının artması da, devşirmeyle ters düşen “kuloğlu”, “veledeş”[12] gibi haksız ve adam kayırmaya yönelik hareketlerle olmuştu. Eğer tedbir alınmazsa olacaklar şöyle açıklanıyordu:
“Bundan sonra bir tedbir alınmazsa, zeamet ve tımarlar erbabına verilmezse bu derme çatma asker ile din ve devlete layık bir hizmet görülemez, bir iş tamamlanamaz.”[13]

Tedbirin de nasıl alınacağı şöyle beyan edilmişti:
“Evvela altı bölük halkı için sonradan oluşturulan usuller kaldırılıp, kadim kanundan yüz çevrilmeye. Evvelden olsun, veledeş adı ile olsun hiç kimseye asla bölüğe girme hakkı verilmeye. Yedi yılda bir harem-i hümayunun veya yeniçeri ocağının ve diğer ocakların, kanuna uygun olarak bölüğe çıkmaları (ocağa alınmaları) gerektiğinde ölenler kadar çıkarıla, fazla olmaya. Ne kadar nefer çıkarsa, ağalarından o kadar ölü istenile. İsyan edişleri veya başka sebeplerle ulufesi kesilenler tekrar düzeltilmeye. Zabitler sebepsiz yere azlolunmaya.[14]

Yeniçeri teşkilatındaki ana bozulma da, değişmez kuralların ufak tavizlerle değiştirilmesinden kaynaklanıyordu. Basit bir örnekle şöyle belirtilmişti risalede:
“Yedi yılda bir yeniçeri kapısı olur, ölenlerin yerine on beş, yirmi çuhalı eski oğlan kapıya çıkardı[15]; fazla bir oğlan bile çıkmazdı. Yeniçeri taifesi genellikle erginler olup, hepsi odalarında (kışlalarında) mevcuttu. İstanbul dışında bir tek yeniçeri olmazdı. Sefere gelmemekten veya eşkıyalık yüzünden birinin ulufesi (maaşı) kesilirse bundan sonra düzeltilme ihtimali olmazdı.”[16]

Ancak devlet durağan hale geldiğinde, bu kurallar unutulmaya yüz tutmuştu. Artık Osmanlı’nın kadim kurallarının yerini disiplinsizlik almaya başlıyordu. Koçi Bey de üstüne basa basa bunu anlatıyordu.

Büyük bir geminin su almaya başlamasının fark edilmesi, bir kayığa göre çok daha geç olur. İşte bu yüzden de Osmanlı’nın en şaşalı dönemlerindeki bazı eksiklikler fark edilmiyordu. Pek alışılmadık bir şekilde, Koçi Bey de bunu anlayıp, IV. Murad’a şöyle söylüyordu:
“…merhum ve mağfur Sultan Süleyman Han’ın mübarek zamanlarında alemin bozulmasına sebep olan maddelerin ilki budur: Bizzat divanda bulunmayı kaldırdı. Bu yüzden de giderek, değil kılıç erbabı, beyler ve beylerbeyiler bile padişah tarafından tanınmaz oldu.”[17] (Burada Koçi Bey'in Fatih Sultan Mehmet döneminde kaldırılan "divana başkanlık eden padişah" geleneğini Sultan Süleyman döneminde ele almasının nedeni konusunda ne yazık ki bir açıklama bulamadım ancak yine de bu uygulamaya yaptığı eleştiriyi Sultan Süleyman dönemine götürmesi dikkate değerdir.)

Fatih Sultan Mehmet'e kadar gelen padişahlar divanda hazır bulunurdu, halkın şikayetlerini bizzat kendileri dinlerdi. Fakat Fatih Sultan Mehmet bu hususu değiştirdi, divanın başkanını vezir-i azam olarak tayin etti. Bazı divan-ı hümayunlarda da gizli bir hücreden divanı dinliyordu. Fakat Koçi Bey’e göre divana başkanlık edilmemesi, padişahın halkla ve bürokratlarla arasındaki ilişkiyi zedelemişti. Bir başka sorunsa padişahın has haremlerinin hademelerinden silahdarı İbrahim Paşa (Pargalı İbrahim Paşa) beklenmedi bir şekilde sadrazam olmuştu. Bunun ardından da padişahlar kendilerine yakın gördüklerini sadrazam yapmaya başladılar.[18] Bu olayı bir kişinin terfisinden değil, bir geleneğin bozulmasından dolayı tenkit etmektedir zira devlet yönetiminde geleneği bozan en ufak bir hareket, o zamanın geleneğini yıkar ve kendisi bir gelenek haline gelir. Böylece devletin omurgasını teşkil eden eski gelenekler çöküntüye uğrar.

Sultan Süleyman'ın kızı Mihrimah Sultan'ın Rüstem Paşa ile evlendirilip, Rüstem Paşa'ya vezir-i azamlık görevinin verilmesi de Koçi Bey'in eleştirisinden nasibini almıştı. Ona göre Rüstem Paşa'ya verilen köyler, ufak bir devletin (risalede bu ifade "Tavaif-i Mülük şeklinde tanımlanmıştır) hazinesi olmaya yeterliydi. Yine Rüstem Paşa'ya eleştiride bulunurken, bu döneme ait önemli bir eleştirisini Sultan Süleyman'a yapıyordu. Askerin kuvvetini ve hazinesinin büyüklüğünü gören padişah, süs ve şöhretini arttırmıştı. Vezirlik makamı ve halk da padişahı örnek alıp, süse ve şöhrete büyük önem verir olmuşlardı. "Halk, hükümdarın dinindedir." Sözünü de ekliyor ve bunun büyük bir yanlış olduğunu vurguluyordu.

Osmanlı kendi içinde debelenip dururken, diğer devletler Osmanlı’nın en şaşalı dönemlerindeki devlet çarkının nasıl işlediğine bakıp, örnek alıyorlardı. Koçi Bey bu konuya da dikkat çekiyordu, örneğin Şah Abbas (Safevi hükümdarı) Osmanlı’yı örnek alarak topraklarını düzenlemişti. Devletin işleyişinin bir zincir gibi birbirine bağlı olduğunu söylüyordu:
“Velhasıl, saltanat-ı aliyyenin (Osmanlı’nın) şevket ve kuvveti asker ile, askerin ayakta durması hazine ile, hazinenin toplanması reaya ile, reayanın ayakta durması adalet ve doğrulukladır.” [17]

Ona göre adaletin, ilmin ve düzenin temsilcisi olan şeyhülislamlar dahi azledilme korkusu içinde doğruluklarını söyleyemez olmuştu. Ulema sınıfı acınası haldeydi:
“Kazaskerlerin de sık sık azlolunması yüzünden bu makama gelenler azledilme korkusuna düştüler, devlet vekillerine dost gibi görünmeye muhtaç kaldılar, huzur-ı hümayun’da hak sözü söyleyemez oldular ve herkesin hatrını hoş etmeye önem verir oldular.”[18]

Her işe hatrın karışmasıyla, en bilgilinin değil, en yaşlının söz sahibi olması da büyük bir yanlıştı. Çok iyi bir örnekle açıklanmıştı bu durum:
“İmamlıkta bile daha iyi bilen daha yaşlının önüne geçer. Yaşlı ile genç, bilgi ve marifette eşit olunca yaşlının öne geçirilmesi daha doğrudur. Ama bilgi ve marifetten payını almamış ise bin yaşında bile olsa Allah’ın kullarına faydası olmaz ve doğruyu yalandan ayırmaya kadir olmaz.”[19]


***

Padişahın ve sadrazamın arasına başka birinin girmesi felaket doğuruyordu. Kuvvetli padişahlar döneminde bu yoktu ancak daha dirayetsiz padişahların başa gelmesiyle, iftiralarla sadrazamlar öldürüldü. Böylece padişahın gölgesi sadrazamlar da doğruyu söyleyemez hale geldiler. Vezir-i azamlar da yetkinlikten uzak kimseler olmaya başladılar. Birçok konuda hata yapmaya başladılar. Tımar konusunda da sadrazamın hatalarına dikkat çekiyordu Koçi Bey:
“Var olan mahlul arazileri Asitane-i Saadet’ten (payitaht, İstanbul) vezir-i azam dağıtıp vermektedir; çünkü beylerbeyiler ehliyetsize verdiklerinde, ehliyetli olanlar, divan-ı hümayuna gelip şikayet ederlerdi. Fakat vezir-i azam olanlar, ehliyetsizlere verince hak sahibi olanlar kime varıp şikayet etsinler?”[20]

Bütün bu iç karartıcı maddelerin çözümleriyle beraber de açıklamasını yapmıştı Koçi Bey. Fakat satır arasında genel olarak şöyle bir tavsiyede bulunuyordu:
“Nasihat ile kul zapt olunmaz ve iltifat ile düzeltilmesi mümkün olmaz. Bu asrın kulu öyle bir kuldur (askerdir) ki aydan aya bütün ulufeleri peşin verilse, her birinin bütün levazım ve mühimmatı devlet hazinesi tarafından görülse; her biri çeşit çeşit iyiliklere boğulsa; bütün ulema ve şeyhler bir yere gelip bunlara nasihat eyleyip öğütler verseler, her birini bin nasihat ile itaat yoluna yöneltilseler ve “İslam padişanının emrine aykırı hareket etmek, din ve nikaha zarardıe” deseler, birinin de kulağına girmez ve zerre kadar faydası olmaz.
Velhasıl insanoğlu kahr ile zapt olunur, yumuşaklıkla olmaz…”[21]

Peki, bu yazıların bir faydası oldu mu?

Fikrimce, bu yazılar IV. Murad’ın kafasındaki zaten oluşmuş olan ıslahat fikirlerine adeta bir temel olmuştu. Hatta Bağdat’ın fethi konusunda Koçi Bey’in yazdığı şu satırlar, “Bağdat Fatihi” diye anılan IV. Murad’a çok büyük derecede tesir etmiştir diye düşünüyorum:
“Acem şahı dahi evvelce nice eyaletler almasının dışında, Bağdat gibi sağlam bir kaleyi bile elimizden alıp, imamımız ve dinimizin öncüsü Hazreti İmam-ı Azam Ebu Hanife mükerreminin nurlu mezarını zapt edip, nice ihanetler eyledi. Bunca zamandır üzerine seferler olundu ve hesapsız beytülmal (hazine, para) telef oldu; ama asla faydalı olmayıp, elinden iki evli bir köy bile alınamadı. Bu asrın askeriyle alınma ihtimali de yoktur. Meğer padişah kendi gide ve lütfa uğraya.”[22]

Yine faydası olmuş ola ki, yazının başında da dediğim gibi IV. Murad’ın ardından tahta çıkan I. İbrahim de Koçi Bey’den bir risale daha istemiştir.

Koçi Bey, Osmanlı için 17. Asrın şüphesiz önemli simalarından biridir. IV. Murad gibi dirayetli, entelektüel ve güçlü bir padişahın ortaya çıkışında da önemli bir rol oynadığı söylenebilir.
Yazı burada sona eriyor, umarım zevk alarak okumuşsunuzdur. Uzun bir yazı oldu, kusura bakmayın, bir başka yazıda tekrar görüşmek üzere. Hoşça kalın!




Kaynakça:

Seda Çakmakcıoğlu, Koçi Bey Risaleleri, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2008
Halil İnalcık, Devlet-i Aliyye, sf. 213
Ömer Faruk Akün, “Koçi Bey”, DİA, C.26, Ankara 2002, s.143
İlber Ortaylı, İstanbul'dan Sayfalar, Hil Yayınları, s. 57.


______


[1] Ömer Faruk Akün, “Koçi Bey”, DİA, C.26, Ankara 2002, s.143
[2] İlber Ortaylı, İstanbul'dan Sayfalar, Hil Yayınları, s. 57.
[3] Halil İnalcık, Devlet-i Aliyye, sf. 213
[4] Reaya: Vergi veren halk, tebaa.
[5] Hane-i Avarız: Gerçek hane ile ilgisi yoktur. Hane, genel olarak ev demektir. Avarız hanesi ise, 3, 5, 7, 10, 15 evden oluşan bir vergi birimidir.
[6] Seda Çakmakcıoğlu, Koçi Bey Risaleleri, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2008, Sayfa 62
[7] Miri: Devlete ait olan topraklar, ekilip biçilmesi karşılığında çeşitli kişilere bırakılırdı.
[8] Celali isyanları: İlk olarak Yavuz Sultan Selim döneminde çıkan, sonradan Anadolu’da çıkan ayaklanmalara genel olarak verilen isimdir.
[9] Seda Çakmakcıoğlu, Koçi Bey Risaleleri, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2008, Sayfa 63
[10] Seda Çakmakcıoğlu, Koçi Bey Risaleleri, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2008, Sayfa 55-56
[11] Mevacib: Kapıkulu askerlerine üç ayda bir verilen maaş, ulufe.
[12] Ocaklardan birinde görevli olan birinin, oğlunu da ocağa yazdırması.
[13] Seda Çakmakcıoğlu, Koçi Bey Risaleleri, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2008, Sayfa 44
[14] Seda Çakmakcıoğlu, Koçi Bey Risaleleri, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2008, Sayfa 90
[15] Kapıya çıkmak: Acemi oğlanlarınbelirli zamanlarda yeniçeri ocağına geçirilmeleri
[16] Seda Çakmakcıoğlu, Koçi Bey Risaleleri, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2008, Sayfa 39
[17] Seda Çakmakcıoğlu, Koçi Bey Risaleleri, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2008, Sayfa 66
[18] Seda Çakmakcıoğlu, Koçi Bey Risaleleri, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2008, Sayfa 48
[19] Seda Çakmakcıoğlu, Koçi Bey Risaleleri, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2008, Sayfa 49
[20] Seda Çakmakcıoğlu, Koçi Bey Risaleleri, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2008, Sayfa 53
[21] Seda Çakmakcıoğlu, Koçi Bey Risaleleri, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2008, Sayfa 67

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder